Babasından
ardakalanlar semaver şeklinde metalik bir kavanozdaydı. Denize öylesine aşıkmış
ki, küllerinin suya serpilmesini vasiyet
etmiş. Ancak beklenmedik bir anda bir kalp krizinden göçünce; vasiyeti
hemen yerine getirmeye gönülleri varmamış. Öyle yapsalar babalarının yokluğuyla doğan boşluk
sanki iyice büyüyecek – bunu yapmaya gönülleri el vermiyor. Tabii şimdilik. Belki
ileride buna cüret edebilecek gücü bulabilecekler kendilerinde.
Zira ülkenin
yasalarına göre külleri öyle parçalara ayıramıyorsun. Ya tamamını evinde
tutacaksın; ya da tamamını devletten izin alarak dışarıda bir yerlere serpeceksin.
Aksi takdirde devlet eve gelip o “semaver”i ansızın tarttığında, gramaj eksik
çıkarsa; hapis cezasına kadar varabilecek belalarla karşılaşabiliyor aile...
Bunları bana o
söylemedi tabii ki. Ama kafalar iyiken, bir akşam, “ölünce sence nereye
gidiyoruz, yok mu oluyoruz?” gibi bir soru yöneltti, ansızın.
Bilmiyorum,
dedim. Bilmediğim bir şeyle ilgili nasıl yorum yapabileceğimi de bilmiyorum
gibisinden bir cevap verdim. Sanki evrenin sırlarıyla ilgili bir uzmanlığım
varmış gibi cevabımı çok ciddiye aldığını farkedince, “Peki sence ne oluyor?”
diyerek topu ona attım. Dünyevi formda başka bir yere gittiğimize, klasik bir
cennet – cehenneme ben de inanmıyorum, diye cevapladı. “Ama şu an bizim akıl
edemeyeceğimiz başka bir enerji formuna dönüştüğümüzü düşünüyorum ben. Sence de
böyle olamaz mı?” Ölünce başka bir hâlde enkarne olmamız, bir formdan başka bir
forma geçişimiz bence de çok makul aslında diyerek, kafamı salladım ve onu
onayladım. Gülümsedi.
Böylesine duygusal, zarafet sahibi akıllı bir kadını; böylesine güzel bir ruhu "kuru" bir rasyonaliteyle üzemezdim.
Böylesine duygusal, zarafet sahibi akıllı bir kadını; böylesine güzel bir ruhu "kuru" bir rasyonaliteyle üzemezdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder