27.09.2013


İşte boşluk. Nefesini kesen. Çünkü bu kokuşmuşlukta temiz hava almaya görsün, anında kesiliyor nefesin. Alışık değilsin. Aygıtların kontrolünde ve onların ağzıyla konuşuyorsun. Bu sokaktan başını dışarıya uzattığında seni sarhoş ediyor kokusu. Sesini, fikrini, zikrini bilmediğin ama sürekli hakkında düşündüğün, saplanıp kaldığın boşluk çağırıyor.

Varlığının farkına vardığında miden kalkıyor, ağzında kekremsi bir tat bırakıyor, kalbin anlamsızca atıyor, aptala dönüyorsun. Anksiyetenin dibini buluyorsun. Sesin çıkmıyor. Yumruğun havada asılı kalıyor. Kafan analitik hiçbir şeye basmıyor. Hesap yetin köreliyor. Donup kalıyorsun. Tüm bunları sana o kutsal boşluk hatırlatıyor. Elini dokunup, tadını almaya yeltenmekten korkuyorsun. Ne yapacağını bilmiyorsun. Nasıl sesleneceğini. Kime sesleneceğini. Kimliğin tam orda kayboluyor, ölümsüzlüğünü hatırlatıyor, yine miden kalkıyor.

Gündelik kaygıların ötesinde etrafını çevrelemiş bu kutsiyete anlam ve şekil veremiyorsun. Ele gelmiyor, söze değmiyor. İzlediğin filmler, okuduğun kitaplar teselli etmeye yetmiyor, aczini hafifletmiyor. Kimliğin çikolata gibi eriyor gidiyor. Dehşet bir mahalin ortasında olduğunu anlıyorsun. Tabiatta sürekli eşyayı ve canı varetmekte olan enerjiyi duyumsuyorsun, bu cinayet mahalinde ne yapacağını bilemiyorsun. Bilgi orada hiçbir işe yaramıyor. Duramazsın, hareket de edemezsin. Sadece düşmeyi kabulleneceksin ve düşeceksin.