Şu Temmuz sıcağında nereden geldiyse artık, sevdiğim en iyi yirmi film ne olabilir diye düşünüp, sıraladım. Sıralama numaraları tamamen keyfi, yani aşağıdakilerin her biri benim için muhteşem film demek oluyor.
1. Naked
2. Le feu follet
3. Bad timing
4. Blue velvet
5. Karhozat
6. Ma nuit chez Maud
7. Paris Texas
8. Who’s afraid of Virginia Woolf?
9. Crimes and misdemeanors
10. Annie Hall
11. Lost highway
12. Masumiyet
13. Vertigo
14. Chinese coffee
15. Body heat
16. Der siebente Kontinent
17. La notte
18. Breaking the waves
19. A clockwork orange
20. La dolce vita
9.07.2014
13.06.2014
Minik bir Berlin anısı
Gece geç saatler... Metro
nerede diye soruyorum. Keçi sakallı Türk akademisyen sırıtarak, kendinden gayet
emin bir ses tonuyla söylüyor bana. Söylediği yerde ise metrodan eser yok! Mecburen
ters istikamete yürüyorum. Yüksek topuklu, top gibi yuvarlak yapay göğüslü ama oldukça
alımlı, buğday tenli bir fahişe yaklaşıyor yanıma. Muhtemelen doğu Avrupalı.
İngilizcesi ise pürüzsüz. Elimde haritayı görünce “Senin için ne yapabilirim?”
diye soruyor. “Metronun nerede olduğunu söyleyebilirsin, mesela” diye cevap
veriyorum, kendisinden ağır azar bekliyorum. Şaşırtıyor beni. Az evvelki
gülümsemesini olduğu gibi koruyarak harita üzerinde tatlı tatlı anlatıyor,
adresi muntazam kibarca tarif ediyor bana. Elimle koymuşum gibi buluyorum
istasyonu sayesinde.
Böylelikle akademisyen
hıyarın tarifinin tamamen atmaca olduğunu anlıyorum.
Buradan nice dersler
çıkarabiliriz, ey talip. Bir tanesi, Avrupalının fahişesine bir devlet memuru
akademisyenden daha çok güvenmeliyiz, olabilir. Diğerlerini ise size bırakıyorum.
18.05.2014
Özgürlüğün hemşehrin çıkması
Sonsuzluk
dünyanın en rahatlatıcı şeyi olmalı. Kozmos karşısındaki küçüklüğümüz,
hiçliğimiz, eksikliğimiz... Neyi bekliyoruz, elimizde taşıdığımız çay
bardağının düşmesini ve büyük ihtimalle kırılmasını... Ama yine de çay içmeye
devam ediyoruz, kimimiz tavşan kanı ve demli yudumluyor; kimimiz korkak,
sulandırılmış, üflenip soğutulmuş paşa çayları içiyor. Herkes ne isterse onu!
Bundan daha büyük adalet olabilir mi?
Özgürlük tam
bulunduğun o yerde halbuki, hep seninle; şikayet etme hakkın yok, hayalini kurduğun
şey başka zaman ya da coğrafyalarda namevcut. Zaman sana sunulmuş tepside
kırılgan bir armağan, içilsin diye bekliyor...
Memleketten,
insandan, dünyadan kusurlar bulup, türlü bahanelerle şikayetlenmek kolay iş.
Kahramanlar bulmak, onlar üzerinde ideal dünyalar inşa etmek, sonra hemen şimdi
ve burada olana lanet etmek de kolay.
En başından lanet,
berbat bir yer burası halbuki. Ama sen bu lanete meydan okuyamıyorsan, her
kılıç darbesine karşılık yumruk sallayamıyorsan... Ki bu yumruk çok zaman kendi
göğsüne daldırdığın sessizliktir, ha. İçi meyhanelerden, barlardan, klablardan,
kiliselerden, camilerden çok daha “yaşam dolu”, kalabalıklardan uzak bir
kulübedir... Öyle ki her çıktığında kulübenden, o başkalarına değil ama bir
ıslık çalıp da – çok zaman bir güvercin
tedirginliğinde de olsa – tüm evrene
karışmayı arzularsın; ey sonsuzluk dersin, ey fanilik ve kırılganlık, işte ben
geldim, naber lan?... Sonra üç gram aklın varsa, Gılgameş’in budalalığına katıla
katıla gülersin. Akıl filan da kalmaz böylece.
30.03.2014
some metaphysical delirium
What’s fate exactly? The same old question, is it something
the subject is responsible for, or is it determined by the whole system
starting from your pathetic mothers and fathers to the state apparatus? What is
it that leads to change, even if it is as tiny as we cannot sense but only read
through history of earth? What is behind
all this mess? The spirit of Hegel or gods or the God or our selfish genes
accounting for advantages of our survival? Or is it that survival is in fact
equivalent to destruction, Thanatos as Dr. Freud would suggest?
What is that makes us persist to exist?
Is this question relevant to our own existence at all, or is
it just a byproduct, an epiphenomenon, for example is it a metaphysical hobby
for some stupid intellectuals –overly ugly men with glasses- to make themselves
attractive to women so that they can have some chance to copulate and reproduce
–and why use condom if so? –, as these
idiots, so called intellectuals do not have any goddam skills else?
Am I just one of them? Are you one of them?
Say, even if I’d never have access to the answer of this
shit, do God or gods or cosmos whatsoever know it? Are they some kinda charlatans who
contributed to all this shit to make fun of us? Do they even care?
In the end: Who cares?
I do, I think.
16.02.2014
Gerçeğin kuyusu
“Gerçeğin kuyusu
bir cehennem,” dedi. “Ömrümüz gerçeğin kuyusuna inmemek için mücadele etmekle
geçiyor. Sen bu yüzden kendini başkalarının kuyusuna atıyorsun, ben bu yüzden başımı alıp gidiyorum. Kendi kuyumuza inip kendimizi tanımak istemiyoruz. Biliyoruz çünkü ne kadar aciz, zavallı, korkak,
tiksindirici olduğumuzu. Ama bilmek istemiyoruz.”
“Bilirsek nasıl
dayanırız kendimize?” dedi Mürşit. “İnsanın kendine dayanması imkânsız.”
Ayfer Tunç, Dünya Ağrısı
Etiketler:
alıntı
4.01.2014
Anadilimiz neden Amerikanca olmalıdır?
Yeterince
aşağılık çağımızda demeyeceğim zira üzgünüm ama bu hep böyleydi. Dileyenleri Tora’ya
Harun’un Musa’ya “halk kötüdür” diye şikayetlenmesine göndermeli. Bu dünyada
iyilik arayan sözlerden kaçınmalı, gündelik hayatta dolaşan maskeleriniz kâfi
değil mi?
Söz bayağı
olmalı, her karakter bir cümlesinde hem kendini övmeli sonra lanetlemeli.
Söylediklerini bir sonraki sayfada unutmalı, bir balıktan beter belleğe haiz
olmalı.
Siz değerli
seyircilerimize bir kompozisyon konusu: Bunu güzel Türkçe’mizle yapmak mümkün
müdür? İngilizce de demiyorum tabii ki, Oxford İngilizcesi, kraliçenin o ince
derin lafızlarından, zeka dolu metaforlarından söz etmiyorum. Ama şunu da
anlamalısın: “sözde” sokağın, ezilmişin, itilmişin diliyle de olmaz bu. Kendi
sarayında gidip ezilmişi yazıyorum dersen, buna belki senin romantik
hayranların salya sümük ağlar ama kargalar güler. Kargalara zırnık hürmet göstermeyen
metinden ise bir halt çıkmaz.
Sisteme
yöneltilmiş öfkeli “güzel” sözleri ancak sağda solda kendin gibilere
satabilirsin, sayfalarca bahsettiğin pisliği kapatmak için kendine vicdani
ışıltılar bulmaya çıkan zavallılara yani.. Bu yüzden ilk kural: söz efendice yere
düşecek, yerin dibine inecek, yerini bilecek ve o sözü kimseler de yerden alıp,
toplamaya cüret edemeyecek... Sözün esrikliğinde sarhoş olup, trans halindeki itler gibi
aklına esene saldırmayacaksın, insanlara “insancık” diyerek iyiden iyiye şapşallamayacaksın.
İnsan sözcüğü yeterince değersizken, bunca öfkelenmenle, saman altından insan’ı
allayıp pullamayacaksın. Anladın mı Bay Kâmil?
Karanlık
yeterince karanlıkken, o özenle bulup ettiğin küfürlerinle kendi küçük kulübeni
ışıldatmaya yeltenmeyeceksin. Çok satarsın tabii. Ama kargaların nezdinde
hiç bir değerin yok. Bunu bil. En azından.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)