7.11.2012

Hakikat'e dair bir mektup


Hakikat mutlak mıdır, bilinmez ama dedikleri gibi "kırılgandır" - ve bu nedenle olsa gerek çoklu'dur. En azından öyle tecelli etmiş, (insan reliatesinde) bizlere öyle görünmektedir.

Bugün 5 duyu'dan yoksun olsaydın, senin için dünya nasıl bir yer olurdu? Bir hiç mi olurdun, organların varolmak için çalışmaya devam ederler miydi? 

Belki de. Belki çıldırırdın, dış dünyadan veri alamazdın, ve düşünebildiğin halde dışa veri aktaramazdın ve çıldırırdın. Ama organların vargücüyle çalışırlardı - peki maddedeki bu ısrar niye? neden hep sürekli yokolana dek kendini var etme arzusu? Bu arzunun, bu sebepsiz varolma itkisinin farkında olmadığın halde bir kölesi olduğunu bilseydin, bu sana ağır gelmez miydi? 

Parçalıyız. Paramparçayız ama bütünmüş gibi yapıp, kendimize "kogito" (bilinçlilik) ve öznellik atfediyoruz.

Düşünsene, hücrelerimiz sürekli ölüp - doğup - ölüp doğuyor… 10 sene önceki materyal bedenimizin % 80'i tamamen değişmiş diyorlar, yani maddi olarak o eski biz değiliz. Ondan her an ölüyoruz. Ama yine de kendimizi var'mış sayıyoruz: "Bellek" denen şeyden ötürü. Daha da ileri gidip, öldükten sonra varolacağımızı sanıp, kitap yazıyor kimilerimiz, ya da kimilerimiz mezar taşlarını yaptırıyor önceden, bunun için para bile biriktirebiliyor. Asıl kibir burada...

5 duyuyu geçtim, bellekte hasar çok olsa, yine çıldırır mısın? Bir sonraki gün kendi yaşadıklarına dair hiçbir şey hatırlamasan?

Üzülüp durduğun Afrikalı çocukları gözlerinde uçuşup duran sineklerle birlikte senle aynı odaya tıkasan, açlıktan kıvrandıklarına 1 saat yakından şahit olsan; ya da kafasına sıkılan, işkence edilen insanları 2 saatliğine çok yakından izlesen, onlarla arandaki mesafeyi kaldırıp baksan, yine çıldırır mısın?

İşte üstümüze taktığımız tüm "insani" maskeler maddi gerçeklik karşısında bir bir yıkılıyor. Hiç'lik de burdan çıkıyor, ızdırab da, yalnızlık da… Bunları görmezden gelemeyiz...

Buradan umutsuzluk çıkaralım demiyorum tabii ki yoldaş. Ama bunun dehşetinden kaçmanın da, bunu görmezden gelmenin de umutla hiç bir ilişkisi yok, sadece kandırmaca ve tutsaklık. Asıl kaçmak böyle birşey olur.

Tam tersine, hiç'liğimizin farkına vardıkça, en azından bize (toplum, ebeveyn, devlet tarafından) giydirilen simgesel maskeleri fırlatıp, özgür olabilme şansımız doğar. Örneğin belleğin ne olduğunun farkına varsan, gelecek obsesyonların ve geçmiş melankolilerin ötesinde "bugün- hemen şimdi" önem kazanmaya başlar. An'ı kaçırmanın ızdırabını duysan, kelepçelerini sarsıp atma, kırma şansın doğar..  Bu da bir tür hiçliğin farkına varıştır. Bahsettiğin Che 3 senelik tıp eğitimini, 1 sene sonra alabileceği diplomasını bu yüzden çöpe atma cüretini gösterebilmiştir belki... Saf bir pragmatizmle değil, tam tersine hiçliğe adanmış bir cüretle...

Bu babda hiçlik ne kadar korkutucu gelse de doğru kullanıldığında özgürlüğe kapı açar.

Bahsettiğin mutlu kalabalığın rızasını almak, ya da sırf onun tarafından onanmak ise iktidar(sızlığ)ın oyununa gelmektir - işte yukarıda anlattığım hakikat'ın dehşetinden kaçmaktır gibime geliyor.

4 yorum: